Dr. Muammer AYAN'ın sitesine hoşgeldiniz. Devamını Oku

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

         Özgürlük, bir insanın insan olduğunun tescillenmesi, kabullenilmesi, insan diye değer verilmesi, dışlanmaması, hakir görülmemesi, zulme müstahak görülmemesi, işkenceye uğratılmamsı, Allah'ın yarattığı insan diye hoş görülmesi "Yaratılmış serim Yaratandan ötürü" ilkesini benimsemektir.

         Özgürlük ne büyük değer ki, Allah bile insanı bu değerden uzak tutmamış; ومن شاء فليومن ومنشاء فاليكفر "İsteyen inansın, isteyen inkar etsin"[1] diye serbest bırakmış, aynı zamanda لا اكراه فى الدين  "Dinde zorlama yoktur"[2] buyurmuş, hatta Hz. Peygamber'e (s.a.v.), افانت تكرهوا الناس حتى يكونوا مؤمنين "İman edene kadar insanları zorlayacak mısın"[3], لست عليهم بمسيطر انما انت مذكر فذكر "Sen öğüt ver, zira sen sade öğüt vericisin, onları zorlayıcı değilsin"[4] diye ikazda bulunmuştur.

         Özgürlüğün kıymetini esirlere, kölelere, mahkumlara, kendilerine belli bir ideolojinin dayatılarak zulme uğrayanlara, ya da yurtlarından sürülenler sormak lazım. Allah düşürmesin..

         Eğer FETÖ insanları yalnız kendi ideolojisine tapmaya, kedi düşüncesine uymaya mecbur etmese, bunca insan tek bir düşüncenin zebunu olmaz aklı başında özgür düşünceleriyle bu kötü gidişe dur diyecek insanlar çıkar ve gidilen bu yanlış yoldan dönülebilir, 15 Temmuz gibi bir felaketin yaşanması da önlenebilirdi. Bunca can ve mal da heder olmayabilirdi.

         Bu örgüte üye olan herkesin kendi görüşünü terk edip liderlerinin görüşlerini kayıtsız şartsız, eleştirisiz kabul etmeleri ve bir de adamı ilahlaştırarak gassal elinde meyyit gibi olmaları,  kalıbı olup kalbi olmayan, beyni olup düşünce özgürlüğü olmayan insanlar konumuna düşünce olanlar oldu.

         Nitekim, Nurettin Verimli, Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce gibi yıllarca bu malum yapının ön saflarında yer alan insanlar, bu haşhaşi teslimiyetin tehlikesini fark edip örgütten erken ayrılarak aydınlatma çalışmaları yaptılarsa da iş işten geçtiği için yapı iyice kemikleştiği için gidişi durduramadı.

         Hz. Peygamber (s.a.v.) de; انماأخاف على امتى الأئمة المضلين "Ümmetim için (deccalın dışında) korktuğum (şeylerden biri de) ancak saptırıcı imamlardır"[5] buyurmuştur.

         Bu ikazdan yararlanarak bunların ve bunlar gibi olanların şerlerinden korunmak için uyanık olmak lazımdır.

         Bugün hala böyle teslimiyetler ve ilahlaştırma çalışmaları devam etmektedir. Bunları raporlayarak ilgililerin önüne koymak ve ulusal güvenliği korumak gerekçesiyle, hangi düşmanla ittifak yapacağı belli olmayan bu yılanların başını küçükken ezmek gerekmektedir.

         Bu konu çok daha uzatılabilir. Ancak biz bu yazımızı kısa tutarak, özgürlüğün değerine ve nesilleri böyle yetiştirmenin önemine özet olarak işaret etmek istedik.

         Başarı Allah'tandır.

         Selam olsun! hidayete  tabi olanlara!...

 

[1] El-Kehf, 18/29

[2] El-Bakara, 2/256.

[3] Yunus, 10/100

[4] El-Ğaşye, 88/21-22.

[5] Ebu Davud, 4252; Tirmizi, 2229; Bkınız; Ahmed. B. Hanbel Müsned, 21296; Muslim, 2937;  Nevevi Şerh-i sahih-i Müslim.

Devamını okuyun...
NAMAZ

NAMAZ

Allah C. C. âdem’i yarattığında, onun içine doğuş (fıtrat) tan İslam imanını yerleştirmiş, yani ona imanlı bir ruh (can) vermiş, bu sebeple değerli olan Âdem’e meleklerin secde etmelerini emretmiştir.[1] Allah Teâlâ Âdem’e bu ruhu tertemiz bir emanet olarak verdiği gibi, onun neslinden gelen bütün insanlara da aynı ruhu (canı) emanet olarak vermiş ve bu emaneti aldığı gibi kirletmeden tertemiz geri götürüp teslim etmesini istemiştir.

 

Hâlbuki bu imanlı ruh emanetini son nefese kadar taşıyıp kirletmeden tertemiz bir şekilde geri götürüp teslim etmek o kadar da kolay değildir.

 

Çünkü Âdem’e secde etmediği için Allah’ın rahmetinden kovulan ev insandan intikam almak için izinli olan şeytan[2] ve nefis insanın iki ebedi düşmanı, bu tertemiz emaneti kirletmek, karartmak ve hatta çalmak için bütün var güçleriyle çalışmakta ve gayret etmektedirler.

 

İşte bu iki düşmanın gayretlerini boşa çıkarmak onlara karşı savaşta başarırlı olabilmek, ruhun içine yerleştirilen imanı koruyabilmek ve onu son nefesine kadar taşıyıp teslim etmek için insanın muhafızlara ihtiyacı vardır. Bu muhafızlar, her türlü ibadetten oluşmakta ve bu ibadetlerin en önemlisi de namaz olmaktadır.

 

“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alı kor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”[3]

 

ayeti ile açıklandığı gibi, namaz insanı şeytan ve nefsin tuzaklarına düşme tehlikesinden korur. Kıldığı farz ve nafile namazlarıyla kul Allah’a yaklaştıkça düşmanlarından uzaklaşır. Sık sık Allah’ın huzuruna varan ve O’na olan imanını namaz gibi salih amelleriyle kuvvetlendiren mümin ruhunu günahlarla kirletmekten korumuş, onun tertemiz kalmasını sağlamış olur.

 

Eğer kul bir şekilde bir günah işlerse, bu günah onun kalbinde / ruhunda siyah bir nokta oluşturur. Hemen tevbe eder de günahından vazgeçerse o siyah nokta silinir. Yok eğer tevbe etmez de günah işlemeye devam ederse, her günah bir siyah nokta olduğundan gün geçtikçe bütün kalp / ruh kapkara kesilir, artık böyle kapkara kesilmiş bir kalbin / ruhun içinde iman barınamaz. Neticede o iman barınamayacağı mekanı terk eder gider.

 

İşte bu duruma düşmemek, yani günah işleyerek kalbi / ruhu kirletmemek için insanı,  her türlü günah ve şerlerden koruyacak olan namaza devam etmek ve ruhu kirlenmekten korumak ve vakti gelince sahibine tertemiz teslim etmek için namaza hiç ara vermemek hiçbir namazı kazaya bırakmamak ve hatta elden geldiği kadar nafile namazlara da devam etmek lazımdır.

 

Dolayısıyla namaz imanımızın sigortası durumunda olup, iman kandilimizi şeytan ve nefsin kötü rüzgarlarından koruyan yegane muhafız durumunda oluyor.

 

Namaza devam etmek insanı dünya kaygılarından da korur:

 

اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ  اَكْبَرُۜ  وَاللّٰهُ  يَعْلَمُ  مَا  تَصْنَعُونَ

"(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor."[4]

 

Nazma devam edenler hakkında Cenab-ı Allah,

 

“İnsan helu’ yaratılmıştır. Başına bir kötülük geldiği zaman basar çığlığı, bir iyilik geldiği zaman da iyice cimri kesilir. Ancak namazlarını kılanlar ve namaz kılmaya devam edenler böyle değildir.”[5] Onlar gani gönüllü kanaatkâr ve mutlu insanlardır. Ellerinde nimet bol olduğu zaman, sadaka vererek şükrederler, kıt olduğu zaman sabrederek şükrederler.

 

Çünkü onlar, miraç ettiğinde Mekke müşriklerin bütün eziyet ve işkenceleri dahil her türlü sıkıntıyı unutup mutlulukların zirvesini yaşayan, hatta Allah tarafından teselli edilen Hz. Muhammed Mustafa gibi ederek Allah’ın huzurunda namazlarıyla miraç bütün kaygı ve dertlerini unutup mutlu olurlar. Onların namazlarında / miraçlarında erdikleri bu mutluluğu geçici dünya gaileleri değil hiçbir dert ve tasa bozamaz.

 

İşte hem dünya dertlerinden kurtulmak, hem de fıtrattan getirdiğimiz imanlı ruh emanetini imanla beraber ve tertemiz getirdiğimiz gibi yine tertemiz teslim etmek için namaza devam etmek hiç kazaya bırakmamak ve hatta nafilelerle de Allah’a daha çok yaklaşmak için gayret göstermek lazımdır.   

 

Namaz, Kur’an-ı Kerim’de en az yetmiş ayet-i kerimede Allah (C.C.) tarafından;

 

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür."[6] şeklinde kesin olarak emredilmiştir.

 

Namaz vakitleri de bellidir;

 

فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً

 

"Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah'ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır."[7] Ayet bunu haber vermektedir.

 

Hz. Peygamber (S.A.V.) tarafından da, صلوا كما رأيتموني اصلي

 

“Namazı, bende gördüğünüz gibi / ben nasıl kılıyorsam öyle kılın”[8]

Buyrularak hem vakitleri, hem de nasıl kılınacağının şekillerini de gösterilmiştir.

 

Bunda asla şüphe yoktur. Bu emrin başka şekillerde anlaşılması ise ya cehalet ya da kasden Dine zarar vermek isteyenlerin oyunu olabilir.

 

Nazma önem vermeyen gün be gün imanını yitirir. Allah korusun son nefeste imansız olarak gidebilir.

 

Allah Teala bizleri namazlarını dosdoğru kılan ve imanlarını koruyan kullarından eylesin!..

 

صَلَّى صَلَاةَ الصُّبْحِ فَهُوَ فِي ذِمَّةِ اللَّهِ فَلَا يَطْلُبَنَّكُمْ اللَّهُ مِنْ ذِمَّتِه بشئِ من

"Sabah namazını kılan kimse Allah'ın himayesindedir. Allah bizzat himayesine aldığı bir konuda seni hesaba çekmesin."[9]

 

Muammer AYAN Dr. Öğretim Üyesi

Ardahan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dekan Yardımcısı

[1] Bakz. 15 el-Hıcr, Âyet, 29; 38 Sâd, Âyet 72.

[2] Bkz. 7 el-Araf, Âyet, 12-16.

[3] 29 el-Ankebut, Âyet, 45

[4] Ankebut, 45.

[5]    70 el-Mearic, Âyet 19-23.

[6] Bakara, 110.

[7] Nisâ, 103.

[8] Buhârî, Ezan. 18.

[9] Müslim, Mesâcid 261-262

Devamını okuyun...
KUR'AN'IN SÜNNETE İHTİYACI

KUR'AN'IN SÜNNETE İHTİYACI

SÜNNETİ İSLAM'A DÜŞMAN DİYENLER

BANA SADECE KUR'AN'DAN BAHSET DİYENLER

İSLAM'IN EN BÜRÜK DÜŞMANI HADİSLERDİR DİYENLER

MAAZALLAH

Eskiden ta İmam Şafii zamanından beri sünneti inkar edenler vardı ama, son zamanlarda bazı gafiller / cahiller veya hainler birileri düğmeye basınca; bana sadece Kur'an'dan bahset, İslam'ın en büyük düşmanı hadislerdir demeye başladılar. Bunlardan bazıları "Allah dinini Buhari'ye mi terk etti,"[1] derken bir diğerleri, "H.194 yılında Buhara'da bir mel'un dünyaya geldi[2] diyerek Buhari'ye lanet okuyacak kadar ileri gididyor.

Ülkemizde de benzer faaliyetler devam ediyor. Önce Peygamber (S.A.V.) Efendimize salatü selam getirmeye gerek yok diye işe başlıyorlar. Allah şerlerinden muhafaza buyursun. Bunlar hep Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için çalışan gizli mihrakların körüklediği ve satın aldığı adamları ile yaymaya çalıştığı gayri İslami düşüncelerdir. Bunlar ilk önce düşünce planında yerleştikten sonra de eylem planlarını da yürürlüğe koymak üzere çalışmaktadırlar.

Bu konuda aşağıdaki bilgiler çok önemli bulunmuş ve aktarılmıştır;

  1. Hasan Basrî’nin aktardığına göre İmrân b. Husayn arka­daşlarıyla oturduğu bir sırada içlerinden biri şöyle der: “Bize sadece Kur’an’dan bahsediniz.” İmrân, adama: “Yaklaş” der. Adam yaklaşınca şunları söyler: “Söyle bakayım, şayet seni ve arkadaşlarını Kur’an’la baş başa bırakırsak onda öğle ve ikindi namazlarının dört, akşamın üç rekat olduğunu ve sadece ilk iki rekatında kıraatin bulunduğu şeklinde bir bilgiye rastlayabilir misiniz? Şayet seni ve arkadaşlannı Kur’an’la başbaşa bırakırsak onda Ka’be tavafının yedi olduğunu, Safa ve Merve’yi tavaf etmeye dair bilgi bulabilir misiniz?” İmrân şöyle devam eder: “Ey insanlar, bizden [hadis] alınız. Allah’a yemin olsun ki, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz.
  2. Muhammed   b.  Kesîr,   Evzâî  aracılığıyla   Hassan   b. Atiyye’nin şöyle dediğini nakleder: “Cibril, Peygamber (S.A.V.)’e Kur’an’ı indirdiği gibi Sün­neti de indiriyordu.
  3. Eyyûb es-Sahtiyânî’den nakledildiğine göre adamın biri Mutarrif e şöyle der: “Bize sadece Kur’an’da yer alan şeylerden bahsediniz.” Bunun üzerine Mutarrif şunları söyler:  “Allah’a yemin olsun Kur’an’a bir alternatif (bedel) aramıyoruz. Ancak Kur’an’ı  bizden  daha iyi bilen bir zatın beyanlarını  arıyoruz…
  4. Evzâî, Eyyûb es-Sahtiyânî’nin şöyle dediğini nakleder: Bir adama Sünnetten bahsettiğiniz zaman, şayet adam “bunu bırak, bize Kur’an’dan bahset” diyorsa bilmiş ol ki o, [hakktan] sapan ve saptıran bir kimsedir.
  5. 5. Evzâî, Mekhûl, Yahya b. Ebi Kesîr ve daha pek çok kim­se şöyle söylemiştir:

“Kur’an’ın Sünnete olan ihtiyacı, Sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır. Sünnet, Kitab’a hükmeder ama Ki­tap, Sünnete hükmetmez.

  1. Fadl b. Ziyâd der ki: Ebu Abdillah’a yani Ahmed b. Hanbel’e “Sünnet, Kitaba hükmeder” sözü sorulduğu zaman onun şöyle dediğini işittim: “Ben bu ifadeyi kullanmaya cesaret edemem. Ancak şunu söyleyebilirim: Sünnet, Kitabı tefsir edip tanıtır ve onu beyan eder.

İmam Ahmed’in kaçındığı husus mezkur ifadeyi kullan­maktır. Yoksa aynı ifadedeki manayı (sünnetin Kur’an’ı açıkla­dığı hususu) kendisi de açıkça belirtmektedir.[3]

Bundan sonra, "SÜNNETİN KUR'AN KARŞISINDAKİ FONKSİYONLARI" başlığı altındaki ayetleri muhakkak okumanızı isteriz.

[1] Bu garip de kendi internet sitesinde, "Allah dinini Buhari'ye mi terk etti" diyerek sünnet düşmanlığı yapıyor.

[2] Bu kişi de اهل القرأن    ehlülkuran adlı internet sitesinde yazdığı yazılarda hadislere ve muhaddislere lanet okuyor. Ve İmam Buhari'yi Vefat  ettiği Semarkand'in Hartenek köyünde doğdu diye bilgisizliğini de açığa vuruyor.

[3] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yay.166-168.

 

Devamını okuyun...
Bu kullanıcının RSS akışına abone olun

İLETİŞİM

0478 211 75 63