Dr. Muammer AYAN'ın sitesine hoşgeldiniz. Devamını Oku

SEN GÖREVLERİNİN KÖLESİ OL YETER

SEN GÖREVLERİNİN KÖLESİ OL YETER


          İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak, Allah’a karşı kulluk görevlerini, insanlara karşı da insanlık görevlerini Allah’ın (C.C.) emrettiği ve Rasülüllah’ın (S.A.S.)  gösterdiği şekilde yerine getirmektir.


         Bu görevlerin kölesi olmak demek ise, gerek Allah’a karşı ve gerekse insanlara karşı bu görevlerini yerine getirirken, yani ister ibadet olsun, ister mal ve hizmet üretimi olsun en kaliteli şekilde yapmak ve üretmek demektir.

 

         Bu durum kısaca ihsan kavramı ile ifade edilmektedir.


         İhsan
         
Allah insanları yalnız kendisine ibadet etsinler diye yaratmış, ibadetlerinin makbul olması için de o ibadetlerde ihsanı ölçüsü getirmiştir.


         Allah’ı görüyormuş gibi inanmak ve ibadet etmek, biz Allah’ı göremiyorsak da onun bizi gördüğüne kesin inanarak iman etmek ve ibadet etmek ihsanın ta kendisidir.


         İmanda ihsan, imanı taklitten tahkike yükseltmek, kalbini tam olarak ikna etmek,  yüreğine imanı yerleştirmek ve davranışlarını kontrol eder hale getirmektir.


         İbadetlerde ihsana gelince, bu konuyu biraz açmamız gerekmektedir.


         İbadetlerde İhsan

         İbadetlerde ihsan; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek, biz onu göremiyorsak da Allah’ın kesin olarak bizi gördüğüne inanarak ibadet etmektir. Buna İslam’ın ahlak ilkeleri de denir.

İbadetlerde ihsan kavramını iyice anlayabilmek için önce Cibril Hadisini hatırlayalım.

Abdullah b. Ömer'in babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:
 

         “Bir gün Rasülüllah‘ın yanında idik birden elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıka geldi. Üzerinde yolculuk alameti de yoktu. Bizden kimse de onu tanımıyordu. Doğruca gelip Peygamber Efendimizin önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı. Ellerin de uyluklarına koydu.


         "Ya Muhammed! Bana İslâm’ı anlat" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat


         “Doğru söyledin” dedi. Biz buna hayret ettik hem soruyor hem de tasdikliyordu.


         "Ya Muhammed bana İmanı anlat" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):


         İman, Allah’a Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe,  bir de kadere, hayrına ve şerrine inanmandır” buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin" dedi. Bu sefer: "Ya Muhammed bana İhsanı anlat" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):  "Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu  göremiyorsan da, O seni muhakkak görür” buyurdu. O Zat: "Kıyametten ne zamandır" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) "Bu meselede sorulan sorandan daha bilgili değildir" buyurdular. "O halde alâmetlerinden haber ver" dedi. Peygamber (s.a.s.): "Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak çıplak yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu. Babam dedi ki: Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlü bilir" dedim.


         "O Cibril’di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular.” [1]


         İhsan hemen ilk akla geldiği gibi sadece iyilik yapmak demek değil, bilakis, iman ettikten sonra, imanın gereği güzel amelleri / İslam’ın şartlarını yerine getirirken en üst seviyede ve mükemmel yapmak demektir. İbadetlerdeki ihsan ölçüsü işte budur.


         Çünkü İhsan; kulun Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmesi veya kul onu göremiyorsa da Allah’ın kendisini gördüğüne kesin inanarak ibadet etmesidir.


         İbadetleri doğrudan ibadetler ve dolaylı ibadetler diye iki kısımda mütalaa etmekte yarar görmekteyiz.


         Doğrudan İbadetler


            Doğrudan İbadetler, kelime-i şahadet, namaz oruç hac ve zekât gibi Allah’a doğrudan yapılan ibadetlerdir.

         Bu ibadetler, doğrudan Allah rızası için yapılan asıl ibadetlerdir, Bu ibadetler kul ile Allah arasında olup bunlarda sadece Allah hakkı söz konusudur. İmanın asıl muhafızı bu ibadetlerdir.

         Mümin bu ibadetleri sayesinde bu dünyadan imanla gitme ve ebedi hayatın mutluluğunu elde etme imkânına kavuşur.


         Dolaylı İbadetler

         Dolaylı ibadetler, memur, işçi, mimar, mühendis, doktor avukat vb. gibi her bir meslek sahibinin geçimini sağlamak üzere ürettikleri hizmetlerdir.


         Bir de fabrikatör, fırıncı, ayakkabıcı, terzi, çiftçi, zanaatkâr vb. meslek mensuplarının ürettikleri mallardır.


         Bu ibadetlerde, tamamıyla kul hakları söz konusudur. Çünkü bunlar da muhatap tamamıyla insanlardır.

         Dolaylı ibadetler, insanlara hizmet ederek hem paralarını hem dualarını almak suretiyle imanı korumak ve son nefeste imanla gitmek için büyük bir öneme sahiptir.


         Şimdi de doğrudan ve dolaylı ibadetlerde ihsanı inceleyelim.


         Doğrudan İbadetlerde İhsan


         Cibril hadisinde ifade edildiği üzere, doğrudan ibadetlerde, Allah’ın bizi gördüğüne kesin inanarak ibadet edilince tam olarak ibadet etme imkanı elde edilir, doğrudan ibadetlerde eksik ve yanlışlara, savsaklama ve baştan savmalara yer verilmez.  

         Doğrudan ibadetler ancak, İmanın ve İslam’ın şartlarına inanırken ve İslam’ın tatbik ederken ihsan ölçüsüne uymakla mükemmel olur.  

         Doğrudan ibadetler Allah tarafından yalnızca ibadet olarak emredilen namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerdir. Bu ritüel / düzenli ibadetlerde kul doğrudan Allah’a ibadet eder, ona yalvarır, ona dua eder. İbadetlerinde en ufak bir kusurun bulunmaması için azami gayret gösterir. Mesela, abdestsiz namaz kılmayı, hacda abdestsiz tavaf etmeyi kimse aklından bile geçirmez. Kimse öğle namazının farzını üç rekat kılmayı aklına getirmez. Herkes ibadetlerini mükemmel yapma gayreti içerisinde olur.


         Dolaylı İbadetlerde İhsan


         Dolaylı ibadet diye nitelendirdiğimiz mal ve hizmet üretimleri, insanlara hizmet ve olmakla sevap olduğuna göre bunlarda da ihsan ölçüsüne uymak yani Allah’ı görüyormuş gibi veya Allah’ı göremiyorsa da Allah’ın kendisini gördüğüne ve kontrol ettiğine kesin inanarak en kaliteli şekilde üretmektir. 

         Esasen insanların çeşitli meslek ve zanaat icra ederek birbirlerinin işlerini görmeleri, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeleri Allah’ın sünnetinde yer alan ilahi kanundur.[2]

         Bu sebeple, biri çiftçilik yaparken, diğerinin fırıncılık yapması, biri manifaturacılık yaparken diğerinin terzilik / hazır giyimcilik yapması, biri elektrikçilik yaparken diğerinin sıhhi tesisatçılık yapması, biri hayvancılık yaparken diğerinin kasaplık yapması, biri bilgisayar programcılığı yaparken diğerinin bilgisayar ticareti yapması gibi. Bütün bu dolaylı ibadetlerde de ihsan ölçüsünü unutmamak gerekmektedir.

         Aksi halde ücretini aldığı halde ürettiği malın kalitesinden çalan, ürettiği hizmeti baştan savma yapan meslek mensupları, insanları kandırdıkları, işleri savsadıkları, kul hakkına tecavüz ettikleri için sevap yerine günah kazanma durumuna da düşebilirler.

         Hayvan haklarına riayet etmek onlara iyi davranmak da dolaylı ibadetlerdendir. Onları  aç susuz bırakmamak, aşırı yük yüklememek, genleri ile oynamamak da  dolaylı ibadet olarak kabul edilebilir.

         Ağaçlara yeşile iyi davranmak, onları gereksiz yere kesip yok etmemek de öyledir. Çevreyi kirletmemek, sokağa tükürmemek, gürültü yaparak çevreyi rahatsız etmemek de aynıdır.

İşte bütün bu meslek ve davranışların her biri esasen dolaylı ibadettir.

         Doğrudan ibadetlerde olduğu gibi, dolaylı ibadetlerde de ihsan ölçüsüne uyarsan mutlaka iki cihan mutluluğuna erersin.

         Diğer bir ifadeyle; Sen doğrudan ibadetlerinde ihsan ölçüsüne uyarak Allah’a kul olduğun gibi, dolaylı ibadet olan âmme hizmetlerinde de yine aynı ihsan ölçüsüne uygun olarak mesleki hizmetlerinin kölesi olurcasına kendini hizmetlerine verirsen Allah senin hizmetlerini görecek sayısız köleler / vesileler yaratacaktır.


         Bu manada şu ayetleri düşünelim:

ومن يتق الله يجعل له مخرجا

ويرزقه من حيث لا يحتسب

ومن يتوكل على الله فهو حسبه

ان الله بالغ امره

قد جعل الله لكل شيء قدرا


“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir.

Ve onu ummadığı yerlerden rızıklandırır,

kim Allah’a dayanır / güvenirse  (Allah ona)  yeter,

Muhakkak Allah  emrini yerine getiren / işlerini  çekip çevirendir.

Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” [3]


         Bu ölçü de;

وان ليس للانسان الا ما سعي وان سعيه سوف يرى ثم يجزيه الجزاء الاوفي وان الى ربك المنتهى



         “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalıştığı ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam ödenecektir. Şüphesiz en son varış Rabbinedir.” [4]

         Ayetindeki insanın çalışma derecesi olsa gerektir. Yani çok çalışan, işini kaliteli yapan karşılığını çok ve kaliteli alacak, az çalışan ve çalıştığı işini iyi yapmayan da ona göre karşılık görecektir.

Bu ölçü, ister Allah için / ahiret için olan doğrudan ibadetlerde olsun, ister önce dünyayı sonra da ahreti ilgilendiren dolaylı ibadetlerde olsun geçerlidir.



         İşini çok iyi yap ve Allah’a güven. Allah sana yeter.


         "Rızkı arzın derinliklerinden arayınız"
[5]
 

         Hadisi çiftçiler için söylenmiş gibi görünse de, aslında, her meslek sahibinin mesleğinde derinleşmesini ve mesleğinde uzman bir usta olup insanlara en üst kalitede hizmet etmesini de açıkça ifade etmektedir.


         Bir örnekle bu yazımızı bitirelim.


Ben görev hayatım boyunca bütün görevlilerime

“Siz görevinizin kölesi olursanız Allah sizin ihtiyaçlarınızı karşılayacak vesile ve fırsatlar yaratır” derdim. Bir imam arkadaşım dedi ki; “Hocam ben sizin dediğiniz gibi, cami ve cemaate karşı görevlerimin kölesi olurcasına hizmete koyuldum. Şu anda dünyalık hiçbir ihtiyacım kalmadı.” Mesleğinde üstün hizmet veren ve kalitesini bozmayan meslek sahiplerinin, hiçbir zaman zor durumda kalmaları söz konusu olamaz.


SONUÇ OLARAK

 

SEN GÖREVİNİN KÖLESİ OL

İŞİNİ ÇOK İYİ YAP

DÜNYEVİ BEKLENTİ İÇERİSİNDE OLMA

SENİN BEKLENTİLERİNİN DE ÖTESİNDE

SANA HER TÜRLÜ NİMETİ İHSAN EDECEKTİR ALLAH

UMMADIĞIN KAPILARI AÇACAKTIR ALLAH

VE SENİN İHTİYAÇLARINI KARŞILAYACAK SEBEPLERİ VE FIRSATLARI YARATACAKTIR ALLAH!...

 

 

 

[1] Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.

[2] Zuhruf Suresi Ayet, 32.

[3] (65) Talâk Suresi, Ayet,  2-3.

[4] (53) Necm Suresi, Ayet, 39-42.

[5] Taberani - Mu'cemul Evsat,  Feyzul kadir Cilt 1/541-942

Devamını okuyun...
ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

         Özgürlük, bir insanın insan olduğunun tescillenmesi, kabullenilmesi, insan diye değer verilmesi, dışlanmaması, hakir görülmemesi, zulme müstahak görülmemesi, işkenceye uğratılmamsı, Allah'ın yarattığı insan diye hoş görülmesi "Yaratılmış serim Yaratandan ötürü" ilkesini benimsemektir.

         Özgürlük ne büyük değer ki, Allah bile insanı bu değerden uzak tutmamış; ومن شاء فليومن ومنشاء فاليكفر "İsteyen inansın, isteyen inkar etsin"[1] diye serbest bırakmış, aynı zamanda لا اكراه فى الدين  "Dinde zorlama yoktur"[2] buyurmuş, hatta Hz. Peygamber'e (s.a.v.), افانت تكرهوا الناس حتى يكونوا مؤمنين "İman edene kadar insanları zorlayacak mısın"[3], لست عليهم بمسيطر انما انت مذكر فذكر "Sen öğüt ver, zira sen sade öğüt vericisin, onları zorlayıcı değilsin"[4] diye ikazda bulunmuştur.

         Özgürlüğün kıymetini esirlere, kölelere, mahkumlara, kendilerine belli bir ideolojinin dayatılarak zulme uğrayanlara, ya da yurtlarından sürülenler sormak lazım. Allah düşürmesin..

         Eğer FETÖ insanları yalnız kendi ideolojisine tapmaya, kedi düşüncesine uymaya mecbur etmese, bunca insan tek bir düşüncenin zebunu olmaz aklı başında özgür düşünceleriyle bu kötü gidişe dur diyecek insanlar çıkar ve gidilen bu yanlış yoldan dönülebilir, 15 Temmuz gibi bir felaketin yaşanması da önlenebilirdi. Bunca can ve mal da heder olmayabilirdi.

         Bu örgüte üye olan herkesin kendi görüşünü terk edip liderlerinin görüşlerini kayıtsız şartsız, eleştirisiz kabul etmeleri ve bir de adamı ilahlaştırarak gassal elinde meyyit gibi olmaları,  kalıbı olup kalbi olmayan, beyni olup düşünce özgürlüğü olmayan insanlar konumuna düşünce olanlar oldu.

         Nitekim, Nurettin Verimli, Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce gibi yıllarca bu malum yapının ön saflarında yer alan insanlar, bu haşhaşi teslimiyetin tehlikesini fark edip örgütten erken ayrılarak aydınlatma çalışmaları yaptılarsa da iş işten geçtiği için yapı iyice kemikleştiği için gidişi durduramadı.

         Hz. Peygamber (s.a.v.) de; انماأخاف على امتى الأئمة المضلين "Ümmetim için (deccalın dışında) korktuğum (şeylerden biri de) ancak saptırıcı imamlardır"[5] buyurmuştur.

         Bu ikazdan yararlanarak bunların ve bunlar gibi olanların şerlerinden korunmak için uyanık olmak lazımdır.

         Bugün hala böyle teslimiyetler ve ilahlaştırma çalışmaları devam etmektedir. Bunları raporlayarak ilgililerin önüne koymak ve ulusal güvenliği korumak gerekçesiyle, hangi düşmanla ittifak yapacağı belli olmayan bu yılanların başını küçükken ezmek gerekmektedir.

         Bu konu çok daha uzatılabilir. Ancak biz bu yazımızı kısa tutarak, özgürlüğün değerine ve nesilleri böyle yetiştirmenin önemine özet olarak işaret etmek istedik.

         Başarı Allah'tandır.

         Selam olsun! hidayete  tabi olanlara!...

 

[1] El-Kehf, 18/29

[2] El-Bakara, 2/256.

[3] Yunus, 10/100

[4] El-Ğaşye, 88/21-22.

[5] Ebu Davud, 4252; Tirmizi, 2229; Bkınız; Ahmed. B. Hanbel Müsned, 21296; Muslim, 2937;  Nevevi Şerh-i sahih-i Müslim.

Devamını okuyun...
KUR'AN'IN SÜNNETE İHTİYACI

KUR'AN'IN SÜNNETE İHTİYACI

SÜNNETİ İSLAM'A DÜŞMAN DİYENLER

BANA SADECE KUR'AN'DAN BAHSET DİYENLER

İSLAM'IN EN BÜRÜK DÜŞMANI HADİSLERDİR DİYENLER

MAAZALLAH

Eskiden ta İmam Şafii zamanından beri sünneti inkar edenler vardı ama, son zamanlarda bazı gafiller / cahiller veya hainler birileri düğmeye basınca; bana sadece Kur'an'dan bahset, İslam'ın en büyük düşmanı hadislerdir demeye başladılar. Bunlardan bazıları "Allah dinini Buhari'ye mi terk etti,"[1] derken bir diğerleri, "H.194 yılında Buhara'da bir mel'un dünyaya geldi[2] diyerek Buhari'ye lanet okuyacak kadar ileri gididyor.

Ülkemizde de benzer faaliyetler devam ediyor. Önce Peygamber (S.A.V.) Efendimize salatü selam getirmeye gerek yok diye işe başlıyorlar. Allah şerlerinden muhafaza buyursun. Bunlar hep Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için çalışan gizli mihrakların körüklediği ve satın aldığı adamları ile yaymaya çalıştığı gayri İslami düşüncelerdir. Bunlar ilk önce düşünce planında yerleştikten sonra de eylem planlarını da yürürlüğe koymak üzere çalışmaktadırlar.

Bu konuda aşağıdaki bilgiler çok önemli bulunmuş ve aktarılmıştır;

  1. Hasan Basrî’nin aktardığına göre İmrân b. Husayn arka­daşlarıyla oturduğu bir sırada içlerinden biri şöyle der: “Bize sadece Kur’an’dan bahsediniz.” İmrân, adama: “Yaklaş” der. Adam yaklaşınca şunları söyler: “Söyle bakayım, şayet seni ve arkadaşlarını Kur’an’la baş başa bırakırsak onda öğle ve ikindi namazlarının dört, akşamın üç rekat olduğunu ve sadece ilk iki rekatında kıraatin bulunduğu şeklinde bir bilgiye rastlayabilir misiniz? Şayet seni ve arkadaşlannı Kur’an’la başbaşa bırakırsak onda Ka’be tavafının yedi olduğunu, Safa ve Merve’yi tavaf etmeye dair bilgi bulabilir misiniz?” İmrân şöyle devam eder: “Ey insanlar, bizden [hadis] alınız. Allah’a yemin olsun ki, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz.
  2. Muhammed   b.  Kesîr,   Evzâî  aracılığıyla   Hassan   b. Atiyye’nin şöyle dediğini nakleder: “Cibril, Peygamber (S.A.V.)’e Kur’an’ı indirdiği gibi Sün­neti de indiriyordu.
  3. Eyyûb es-Sahtiyânî’den nakledildiğine göre adamın biri Mutarrif e şöyle der: “Bize sadece Kur’an’da yer alan şeylerden bahsediniz.” Bunun üzerine Mutarrif şunları söyler:  “Allah’a yemin olsun Kur’an’a bir alternatif (bedel) aramıyoruz. Ancak Kur’an’ı  bizden  daha iyi bilen bir zatın beyanlarını  arıyoruz…
  4. Evzâî, Eyyûb es-Sahtiyânî’nin şöyle dediğini nakleder: Bir adama Sünnetten bahsettiğiniz zaman, şayet adam “bunu bırak, bize Kur’an’dan bahset” diyorsa bilmiş ol ki o, [hakktan] sapan ve saptıran bir kimsedir.
  5. 5. Evzâî, Mekhûl, Yahya b. Ebi Kesîr ve daha pek çok kim­se şöyle söylemiştir:

“Kur’an’ın Sünnete olan ihtiyacı, Sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır. Sünnet, Kitab’a hükmeder ama Ki­tap, Sünnete hükmetmez.

  1. Fadl b. Ziyâd der ki: Ebu Abdillah’a yani Ahmed b. Hanbel’e “Sünnet, Kitaba hükmeder” sözü sorulduğu zaman onun şöyle dediğini işittim: “Ben bu ifadeyi kullanmaya cesaret edemem. Ancak şunu söyleyebilirim: Sünnet, Kitabı tefsir edip tanıtır ve onu beyan eder.

İmam Ahmed’in kaçındığı husus mezkur ifadeyi kullan­maktır. Yoksa aynı ifadedeki manayı (sünnetin Kur’an’ı açıkla­dığı hususu) kendisi de açıkça belirtmektedir.[3]

Bundan sonra, "SÜNNETİN KUR'AN KARŞISINDAKİ FONKSİYONLARI" başlığı altındaki ayetleri muhakkak okumanızı isteriz.

[1] Bu garip de kendi internet sitesinde, "Allah dinini Buhari'ye mi terk etti" diyerek sünnet düşmanlığı yapıyor.

[2] Bu kişi de اهل القرأن    ehlülkuran adlı internet sitesinde yazdığı yazılarda hadislere ve muhaddislere lanet okuyor. Ve İmam Buhari'yi Vefat  ettiği Semarkand'in Hartenek köyünde doğdu diye bilgisizliğini de açığa vuruyor.

[3] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yay.166-168.

 

Devamını okuyun...
Bu kullanıcının RSS akışına abone olun

İLETİŞİM

0478 211 75 63